29 Eylül 2012 Cumartesi

Rezil Olduk Reziiil!!!

Çınar'ın defterinden öğretmeninin yazdığı bir not:

"Çınar'la bugün sağlıklı ve sağlıksız yiyeceklerin eşleştirme çalışmasını yaptık. Eşleştirme bittikten sonra hangilerini yediğini ve hangilerini yemediğini söyledi. Cips ve kolaya geldiğinde 'Bunları annemle babam çok yiyor. Onlara sağlıklı olmadığını söylüyorum, ama beni dinlemiyorlar. Galiba ben de yetişkin olunca cips ve kola yiycem. Büyükler hep böyle zaten' dedi."

Yani, "annemle babam uyuşturucu kaçakçısı" deseydi daha fazla mahcup olur muyduk, emin değilim. Ya vallahi de billahi de çocuğun gözü önünde cips yemiyoruz. Evet, itiraf ediyorum, kola içiyoruz. Ama bir kere denedi ve sevmedi. Zaten talep etmiyor, diye; biz de abartmışız sanırım. Cipsin de poşetini gördü bir kaç kere... offf...

Çocuktan al haberi derler ya, şimdi ben ne dersem diyeyim... rezil olduk bir kere :)

Karar verdik ama, bundan sonra onun yemediği şeyler girmeyecek eve. Söz! Anne-baba sözü!

Yoksa utanmaya doymayacağız gibi görünüyor...

28 Eylül 2012 Cuma

4 YAŞIM BEN!

Anneee, 4 yaş olduğum, büyüdüğüm için servise biniyorum, di miiii? Çünkü 4 yaşlar servise biner, bebekler bi-nee-mez!

Anneee, bebek deme bana! 4 yaşım ben, bebek diilim!

Anneee, bu 4 yaşa göre bir davranış mı? Hoş bi'davranış oldu mu bu?

Ben bu yaşım, 4 yaşım. Kuzey benden bi'yaş büyük. Balina da 4 yaşmış, ama o Kuzey'den bile büyük. Ben de Kuzey yaşında, 5 yaş olunca balinadan büyük mü olcam?

Anneee, bak boynum (*boyum) buraya kadar yetişiyor. 4 yaşların yetişir ki zaten!

Bak ben bu yaşım işte (bir ilandaki telefon numarasındaki rakamları okuyor), Kuzey de bu yaş...

Çınar: Ben bu yaşım (eliyle 4 yapıyor). Sen kaç yaşsın anne?
Başak: Otuz üç Çınar'cım.
Çınar: (eliyle 33'ü yapmaya çalışır; çabalar, 3 yapar olmaz... neden sonra...) O nasıl oluyor???

Ben 4 yaşım, sonra 5 yaş olcam, sonra 6 yaş olcam, sonra 7 yaş olcam, sonra 8 yaş olcam, sonra 10 olcam, 20 olcam, 30 olcam, baba olcaaaam!!!!! Benim de yavrularım olcaaaak!!!!

-------------

Olsun annecim! 5 ol, 6 ol, 7 ol, 8 ol, 10 ol, 20 ol, 30 ol... baba ol, yavruların olsun! Hepsi, bu senelerin tüm günleri mutlulukla, sağlıkla, neşeyle, kahkahalarla geçsin. Yanında hep seni seven, senin sevdiğin, seni dinleyen, seni anlayan insanlar olsun. Ben de, baban da, anneannen, babaannen, dedelerin, halaların, dayın, teyzelerin, amcaların, yengelerin, eniştelerin, kuzenlerin de, seni şu an deli gibi seven, üzerine titreyen herkes de yanında olsun, o günleri görsün umarım!

Hayatımızın neşesi, en güneşli günü,

İYİ Kİ DOĞDUN!!!!

Poitiers, Ağustos 2012

NOT: "Seni Seviyorum" diye bitirmiyorum bu yazıyı; bu o kadar yetersiz ki... Umarım o planların gerçekleşir de baba olursan bir gün, sen de anlarsın ne demek istediğimi...

17 Eylül 2012 Pazartesi

Çelikler'in Fransa Seyahati -8 Gün, Tekmili Birden!


Bizim minik adamın ilk yurtdışı macerasıydı bu! Özellikle Benden ve Bizden'i okurken miniklerle yurtdışına çıkma fikri çok hoşuma gidiyor, bir o kadar da korkutuyordu beni... 

Hayır, hiç de korktuğum gibi olmadı! Tabii bunda, artık benim "minik" dediğim adamın, 4 yaşını doldurmak üzere olmasının payı da var şüphesiz. 

Dolayısıyla, öncelikle oğlumdan bahsetmek istiyorum. Yavrucağım taşıma araçlarında pek sorun çıkarmadı, sıkılıp cozuttuğu anda Iphone ve kaydettiğimiz videolar imdadımıza yetişti. Teknoloji her derde deva. Uçakta, trende, arabada kah uyudu, kah sohbet etti, kah video izledi. Yürütmekten canını çıkarttığımız halde minimum arıza yaparak takdirimizi topladı! Kendisine teşekkür ediyoruz :)) 

Ayrıca, bir daha bu çocuğun yemesinden şikayet edersem vurun beni! Adamın aradığı lezzet Fransız yemekleriymiş de haberimiz yokmuş... Hiç sorunsuz her gittiğimiz restoranda yiyecek bir şey buldu, gayet de güzel yedi. Maşallah maşallah diye diye bir hal olduk! Bugünlere şükür...

Biz 5 gün Poitiers'de, 2,5 gün de Paris'te kaldık. Halamız Serapcicimler bizi çok güzel ağırladılar. E tabii, Serapcicim'in baldan tatlı kızı, Çınar'dan 1,5 yaş küçük Bahar'ımız da bizim yavruya arkadaşlık edince, keyfimiz ailecek yerinde gezdik tozduk. 

Uçaktan indiğimizde bizi Paris'ten aldılar. Yol üstünde Amboise diye bir şehre gittik eve gitmeden. Kaleleri meşhur. Ama biz gittiğimizde kapanmış olduğu için, başka bir gün gelmek üzere nehir kenarında gezindik biraz, dondurma yedik.

Ertesi gün Civaux'daki Timsah Parkına gittik -La Planet des Crocodiles. Olay aslında ilginç, park nükleer santralin dibinde! Santralin soğutma suyu kullanılarak ısıtılıyor. Yani aslında mantık tamamen bizim Mamak Çöplüğü'ndekiyle aynı. Parkı ziyarete gelenlere aslında nükleer santralin çok da korkunç bir şey olmadığını (!) göstermeyi hedeflemişler. Tabii bir yandan da parkın içindeki 200 çeşit bitkiyle karbon ayak izlerini silmeye de çalışıyorlar. Süper ekolojik (!) anlayacağınız. Tabii Çınar işin ekolojisinden çok, vahşi hayat kısmıyla ilgilendi. Her türden 100'den fazla timsah gördük, ama park da muazzamdı! Fransızlar bu peyzaj ve düzenleme işinde aşmışlar. Parktan sonra evde akşam yemeği yedik, Seraplar'ın önerisiyle Çın'ı onlara bırakıp Aamedim'le Poitiers'deki Futuroscope diye bir aksiyon parkına gittik. Bütün Fransa'dan burayı görmeye geliyorlarmış -ki ününü hak ediyor!




Futuroscope acayip bir yer. 19 tane kompleks var. Her birinde 3D, 5D sinemalar, yok efendim robotlarla dans diye böyle seni alıp alıp uçuran aktiviteler, oyunlar, komplekslerin dışında kafeler, muhteşem parklar, parkların içinde tekrar aktiviteler falan... aslında 1 günde ancak gezilir. Biz 5 saate sıkıştırdık. 4 tane komplekse girdik. İkisi 3D gösterimdi (10-15 dakikalık; bir tanesi Voyageurs du Ciel et de la Mer idi ), bir tanesi 5D mi diyorlar 6D mi bir çizgi filmdi: Arthur and the Minimoys. İsme tıklayıp videoyu muhakkak izleyin! Uzay aracıyla birilerinden kaçıyorsun. Ben bir ara gözümü kapamışım, öyle içindeydik yani. Sonuncusu da Robotlarla Dans attraksiyonuydu -Danser avec les Robots (video için isme tıklayın lütfen). Bir platforma oturuyorsun, seni kilitliyorlar, sonra o platform sağa-sola dönüyor, seni eviriyor çeviriyor, arkadan çok eğlenceli bir müzik çalıyor. Deli eğlendik! Park'ın bu sene 25. yaşını kutluyor olması nedeniyle gece de saat 10'da havuz üstünde lazer gösterisi vardı. Muazzam bir şeydi. Lazerle 3D hikaye anlattılar, 30 dk sürdü ama bayıldık! 



Sonraki gün sabahtan alışveriş işlerini hallettik. Öğleden sonra da Poitiers'yi gezdik. Çok güzel bir katedrale gittik -Cathédrale Saint Pierre, Belediye Sarayı'nın olduğu meydanda çocuklar atlıkarıncaya bindiler, sonra da Blossac Parkına gittik. Nasıl güzel... Çok ama çok büyük bir park, her yer bakımlı, 4-5 tane çocuk bahçesi, içinde hayvanlar... Yavrular keçileri beslediler bol bol, ben de kendimden geçerek fotoğraf çektim. Bu peyzaj-yeşillendirme konusundaki uzmanlıkları takdire şayan. Keşke, keşke Türkiye'de yaşadığımız kentlerde bir tane bile olsa böyle büyük park bulunsa. Çocukların özgürce koşturabileceği, ruhlarına hitap eden yerler olsa... Neden olmuyor, niye ne inşa etmeyi ne de sürdürmeyi başarabiliyoruz, bilmiyorum...



Salı günü okyanusa gittik :) Poitiers'ye 2 saat uzaklıkta La Rochelle diye nefis bir kent var. Ona da köprüyle bağlı, okyanus üstünde Rê Adası. Adaya gittik önce, okyanusta yüzdük. Çok güzel bir kumsalı var, su soğuk değil (çok ilginç). Dalgalı; ama yüzülmeyecek gibi de değil. Ki Çınar kollukla kendi başında gayet güzel yüzdü, eğlendi. Hatta bir ara bir dalga tarafından yutulmuş olsa da yüzmeye devam etti! Sahil tamamen kum ve deniz sürekli çekiliyor. Ama hiç deniz kabuğu yoktu (çok ilginç!). Bir de, o kadar güzel plaj var, bir tane duş, giyinmek için bir tane kabin yok... İşin doğrusu, bu kısmını pek sevmedik;  pet şişelerle havlu arkasına saklanarak duş aldık, evde hala her yerimizden yosun çıkıyordu! Ama değişik bir deneyimdi, Çınar "balinalar artık beni aralarına kabul ettiler di mi anneeee?" diye diye bir hal oldu :) Aslında pek tabii ki beklentisi bir balina, bir köpekbalığı görebilmekti. Çok zor oldu ona bu tür canlıların çok derinlerde yaşadığını anlatabilmek. Yine de, bu hayran olduğu canlılarla aynı mekanı paylaşmış olmak da hoşuna gitti! Öğleden sonra da La Rochelle'i gezdik, limanında yemek yedik, yine Belediye Meydanı'nda dolandık, çocukları parka götürdük... Çok güzel ve şık bir kent La Rochelle. Gezecek daha uzun zamanımız ve daha çok enerjimiz olsun isterdim. Bir dahaki sefere (di mi halacığımız? :))





Çarşamba günü ilk gün gittiğimizde gezemediğimiz Amboise Kalesi'ne gittik (Chateau Royale d'Amboise). Da Vinci'nin mezarı burada, vasiyetiymiş. Şatonun kendisi de güzel de, asıl olayı bahçesi. Fransa'daki bahçeler beni bitirdi zaten. Çocuklar pek keyiflendiler. Yemek ve dondurma yedik bahçede, koşturdular durdular. Muhtemelen bizi Fransa'da en çok oksijen çarptı! 


Bu fotoğrafı/halimizi sevdim en çok Fransa'da... Tarihi-turistik bir yerin bahçesinde rahatça dinlenebilmek,  yemek yemek, daha sonrasında çocukların özgürce koşturması...


O şatodan sonra, daha küçük bir şatoya gittik -Le Clos Lucé. Aslında Da Vinci burada geçirmiş ömrünün son günlerini ve burada ölmüş. Şatonun kendisi de güzel de, bir parkın içine inşa edilmiş. Park yürü yürü bitmiyor. Her yerde, Da Vinci'nin makinelerinin maketleri var, ama bire bir boyutlarda ve içine girip kullanabiliyorsunuz. Mesela tasarladığı teknelerle park içindeki nehirde gezinti yapabiliyorsunuz (biz yapamadık çocuklae nedeniyle), ya da tankı veya paraşütü kullanabiliyorsunuz. Muhteşem kısacası! Çok akıllıca ve de! Her yer kalabalık olmasına rağmen müthiş bakımlı ve düzenli. Ona da hayret ede ede gezdik Fransa'da! Her yer kalabalık, ama bakımlı. Ahmet'i yorumu, Fransızların yapmayı en iyi bildiği şeyin "insanları sıraya sokmak" olduğu!




Ertesi gün sabah halamıza, eniştemize ve çok sevgili Bahar'ımıza veda edip hızlı trenle Paris'e geçtik. Yolda gezi planımızı yaptık. O gün hemen Disneyland'a gidip aradan çıkaralım, dedik. İyi de etmişiz. Saat 1'de Disneyland'a girdik. Studyo kısmı 7'de, Park kısmı 11'de kapandığı için Walt Disney Stüdyo'dan başladık. Zaten Radyatör Kasabası orada olduğu için oradan başlamak allahın emriydi :) İtiraf ediyorum: Disneyland’ın olayını ben tam bilmiyordum... meğer dev bir tema-lunaparkmış. Pek çok oyuncakta 120 cm boy sınır olduğu için Çınar'a uygun bir kaç taneye binebildik biz. Ama zaten her birinin önünde en az 30 dakikalık kuyruklar olduğundan çok da hevesli değildik bütün oyuncaklara binmeye. İnsanlar boşuna 2 günlük bilet alıp DisneyVillage'daki otellerde kalmıyorlarmış yani...

Çınar delirdi tabii Şimşek McQueen ve Mater'i ve tüm Radyatör Kasabası'nı bir arada görünce  -hoş, Ahmet ve ben de delirdik. O kadar çok izledik -ve o kadar çok seviyoruz ki- Arabalar filmini, akraba olduk sayılır! Kuyruğumuzu bekleyip çok eğlenceli bir araba oyuncağına bindik. Bir platformda bizi deli gibi döndürdüler, arabalar tam birbirine çarpacakken teğet geçtik... Hoş, ben "yihuuu" diye bağırdıkça Çınar "anne lütfen bağırmaaa" dedi -galiba biraz tedirgin oluyor ve kendisinden daha fazla coşku göstermemi istemiyor. Oradan çıkıp Buzz Işıkyılı'nın heykelini gördük, sonra Disney karakterlerinin geçişini izledik. Yemek yeyip Oyuncak Hikayesi Adası'nda gezindik. Çınar Rex'in maketiyle epey oynadı, Slinky'nin roller-coaster'ına bindik! 



Sonra Disneyland Park kısmına geçtik. Kapıda puset kiralanabiliyor, 9 Euro'ya Çınar'a puset kiraladık (daha fazla perişan etmemek için). Muazzam bir geçiş de Park'ta izledik. Çınar Oyuncak Hikayesi'ndeki Woody'yi, Jessie'yi, Aslan Kralı, Winnie the Pooh'u görünce çıldırdı. Hepsine tek tek isimleriyle seslenerek el salladı!  Disney şatosunu gezdik, etrafta turladık; ama o kadar yorgunduk ki Disney Kasabası'nda (Main Street) yemek yemek için oturduk epeyce bir süre. Aslında planımız gece 11'deki havai fişekli kapanışı izlemekti; ama yağmur başlayınca 22:30 gibi çıktık parktan, trenle otele döndük.



Bu arada yavrucağım "anne, evimizde yatağımız var mı, yastığımız var mı, orada uyuyabilir miyiz" şeklinde peş peşe sorular sorarak perişanlığını kendince dile getirmeye çalıştı... 3 gün boyunca (perşembe-cuma-cumartesi) hiç yatağında uykuya dalamadı! Kah trende, kah botta, kah metroda, kah pusette, kah uçakta... Haklı tabii!

Ertesi gün deli bir program yaptık: 1,5 günde Paris! Sabah 10'da otelden çıkıp Eiffel'e gittik. Hem erken bir saat olduğundan hem de hava epeyce bulutlu olduğundan sanırım pek kuyruk yoktu, 2. katına çıktık. Manzara gerçekten pek güzel, zaten gezdikçe Paris’e hayran olduk! Hiç mi modern bir bina koymazlar araya, savaş görmüş şehir bu kadar mı güzel korunur! Ben çok beğendim, çok estetik buldum. (Ama yine de, hala, Roma birinci sıradadır benim için, daha sıcak, daha cıvıl cıvıl). Bu arada, daha önce bu kuleye pek tepkili olan Çınar, çıktıkça hayran oldu. Dilinden düşürmemeye, her gördüğü "heykelciğini" istemeye başladı!


Sağdaki iki fotoğraf Zafer Takı ve Champs-Elysees'den... Çınar'ın bir çocuk olduğu ne kadar belli. Bayılıyorum onun bu haline!!

Eiffel’den indik, otelin bize hediye ettiği bot turu için bir köprüye yürüdük Seine Nehri boyunca -15 dakika kadar yol gittik ki resepsiyonistin bize yanlış yeri tarif ettiğini anladık! Bot turunu geceye bırakalım, zamanımız kalırsa yaparız deyip koştur koştur Louvre Müzesine gittik. Önce öğlen yemeğimizi yedik –çok güzel, bütün dünya mutfaklarının sıralandığı bir food court’u var. Neyse, müzeye girişte Çınar’ın çok ama çok uykusu gelmişti, Ahmet’in kucağındaydı. Görevlilerden biri “pusetiniz yoksa danışmadan alabilirsiniz” dedi. Kimlik karşılığ pusetimiz aldık. Çınar oturur oturmaz uyudu: "Who cares about Mona Lisa" yani! 45 dakika o uyudu, biz rahat rahat gezdik. Sonra da uyanınca sakin sakin durdu pusette. En çok aslan heykelleri ilgisini çekti! Fransa'ya gitmeden önce ofisteki arkadaşlara bahsettiğim "tabii gezsin bizimle müzeyi, estetik duygusu gelişsin" hayallerim yalan olmuş olsa da, heykellerle biraz toparlayabildik sanırım :)) Biz 2,5 saat gezdik Louvre’da, tabii bütün galerilere giremedik; ama gördüğümüz kadarı bile muhteşemdi. Aslında geniş zaman ve daha az yorgun bir bünyeyle çok daha verimli gezilir. Biz de görmüş olduk işte.

Louvre’dan çıkıp Notre Dame de Paris’ye gittik. Ne kilise ama! Başından sonuna gitmek 10 dakika! Motifler, süslemeler, her şeyi ayrı güzel, ben hayran hayran gezdim. Kulelerine çıkmadık –çıkmadım. Zira Ahmet dışarıda Çınar’la takılıyordu, ben tek başıma gezdim içini. Bu sene 850. Yılını kutluyormuş… bir kez daha bu eserlerin korunabilmesine ve sürdürülebilmesine hayran oldum!



Notre Dame’dan sonar civarda bir kafede kahve içtik, Çınar çikolatalı krep yedi. Şarj olunca da Champs-Elysées’ye gittik. Zafer Takı’na çok yakın bir yerde metrodan indik, Tak çok güzel gerçekten, oya gibi işlenmiş... Cadde, daha da güzel! Şık, ferah, kocaman! Aslında, eski yapıları korusalar, Bağdat Caddesi de bir Şanzelize olur ama… neyse, sinir ola ola gezdim kendimize zaten. Bir kaç mağazaya girdik, ben lüks mağaza vitrinlerine burnumu yapıştırdım :) Çınar -iki üstteki fotoğrafta görülebileceği gibi, daha çok bir turistten hediye aldığı Eiffel anahtarlığı ile kazıcılık oynadı! 

Şanzelize’den sonar yeniden Eiffel’in bulunduğu tarafa gidip bot turu için şansımızı deneyelim dedik. Işıklarını da yakmışlardı artık kulenin, nefis görünüyordu. Tesadüfen, nehir üstünde, Eiffel dibinde bir restoran bulduk: Le Bistro. Aslında rezervasyonla alıyorlar ama yer vardı, orada yemek yedik, şarap içtik -hem de Kule manzaralı. Saat 22:00 gibi de bot turuna çıktık ve iyi ki geceye bırakmışız dedik! 1 saat sürdü tur, Audio Guide ile geçtiğimiz her yeri anlattılar. Işıl ışıldı gecesi de, bayıldık! Tabii Çınar 20 dakika içinde uyuduğu için rüyasında gezdi; ama olsun. 


Gece fotoğrafları akşam yemeğimiz ve bot turumuzdan, gündüz fotoğrafları az sonra okuyacağınız Sacré-Coeur ve Montmartre'dan... Görüldüğü üzere, Çınar yine olayın tarihiyle değil, bayırdan yuvarlanma eğlencesiyle daha çok ilgili :))

Son gün uçağımız 17:20’deydi. Sabah yine 10’da çıkıp Montmartre civarına gittik, tepeye çıkıp Sacré-Coeur Bazilikasını gezdik. Muhteşem demekten dilim/elim yoruldu ama öyle! İçeride ayin de vardı, çok ilginç geldi bize, onu izledik. Çınar “anne çok korkunç bir şarkı söylüyorlar di mii?” diye yorumladı olayı. Tavanlardaki şövalye motifleri dikkatini çekti. Yine Bazilika’nın önünde kocaman bir park vardı, Çınar çimlerde yuvarlandı epeyce (bakınız üstteki fotoğraf). Montmartre civarını da dolaştıktan sonar yine güzel bir kafede (Les Oiseaux) yemeğimizi yedik. Hem yemekleri hem de güleryüzlü tatlı garson kızıyla servisi başarılı bir kafeydi. Zaten Paris bu anlamda ilgimi çekti. Tabii ki "Michelin yıldızlı" bir lokantaya gitmedik; ama, gittiğimiz her restoran/cafede fiyatlar ve kalite üç aşağı beş yukarı aynıydı: Montmartre'daki kafede de, Seinne Nehir üzerindeki Eyfel Kulesi manzaralı restoranda da. Bu anlamda hiç "burası d pahalıdır şimdi" ya da "ucuz ama yemekler nasıldır ki" endişesi taşımadık. 

Ve en nihayetinde yorgun ama dolu dolu geçirilmiş 8 günü yanımıza alarak havaalanına doğru yola koyulduk…

Tek seferde sonuna kadar okuyabildiyseniz, ilginizden ve dikkatinizden ötürü teşekkür ederim! Bu bizim ailece ilk yurtdışı seyahatimizdi ve harika geçti! Darısı isteyenlerin ve bizim için nicelerinin başına!!!

NOT: Elimde bir sürü video var, onları da ayrı bir post olarak yükleyeceğim. Bizi izlemeye devam edin :)

NOT2: Döndükten sonraki hafta ateşlendi Çınar: 6. hastalık! O kadar gezmeye, uçak yolculuğuna göre normal tabii bağışıklığın düşüp bünyenin bebek hastalıklarına açık hale gelmesi. 3 gün 39,5 derece ateş akabinde benek benek kızardı. Çok mutluyum ki, ne kulağına ne boğazına bir şey olmadı. Umarım bundan sonra otit evimize uğramaz.