31 Aralık 2012 Pazartesi

Mutlu Yıllar :)

Minik dino ve ailesi 
hepinize mutluluklarla ve kıpır kıpır heyecanlarla geçireceğiniz, sımsıcak, neşeli, sağlıklı ve coşkulu 
bir yıl diler!!!


Yeni yılda daha çok görüşmek ımuduyla,

mutlu mutlu yıllaaaaar :)

9 Aralık 2012 Pazar

Çocuğunuzu Sanattan Soğutmak İçin: CERMODERN!

Bu sabah güzel güzel uyandık. Açıldığından beri gitmek istediğimiz ve geçen haftadan beri kitabını okuduğumuz "Vincent"ın sergisine, Van Gogh Alive'a gidecektik. Hazırlandık gittik. İçeri girerken bizi geçen seferki Dali sergisinde olduğu gibi uyaran biri olmadığı için de biraz rahatladık. 

Rahatlamasak iyiymiş. Sergi değişik, güzel hakikaten. Perdelerden akan Van Gogh resimleri hem duvarlardan hem sütunlardan hem de yerdeki perdelerden gösteriliyor. Projeksiyonla bu perdelere dört bir yandan yansıtılıyor. Müzik de güzel, gerçekten dinamik bir Van Gogh sergisi. Tabii ki sürekli devinim 4 yaşındaki çocukların ilgisini çekiyor ve kaçınılmaz olarak perdeye "ne olduğunu anlamak" için ilk elini uzatışında "yalnız çocuk dokunmasın!" uyarısıyla karşılaşıyorsunuz. 

CerModern'in görevlilerinde çocuk sensörü var; bütün çocuklar potansiyel tehlike! Çocuk sergiden ne anlar ki, o resimlere baksa ne olacak, değil mi? Bizim zamanımızda sergi mi vardı???

Neyse, tabii ki Çınar'a "dokunma" deyip anlatmaya çalıştıkça o resimlerin aktığı perde daha da cazip geldi. Gidip gidip bakmak istedi. Hayır, zarar vermeye çalışmıyordu, sadece ne olacağını merak ediyordu. Çünkü altı üstü projeksiyonun yansıtıldığı perdeye "dokunulunca" ne olabileceğini biz de anlayamamıştık. Üç beş kere daha uyarı yedik güzelce, fakat sabrımızı taşıran 10. dakikada görevlinin "çocuğunuza sahip çıkarsanız..." şeklindeki yaklaşımı oldu. Aldık Çınar'ı, çıktık dışarı! Ben içimdekileri oradaki yetkililere de döktüm, hatta sergi ücretini de geri aldık! Bir kere daha buradan yazacağım.

Şimdi sevgili CerModern, hiç umrunda değil, biliyorum. Zira Dali sergisinden sonra da e-posta yazmıştım, hiçbir yanıt alamadım. Ama bir kez daha yazıyorum:

Eğer bir sergiyi izlemeye gelen çocuklara rahat vermeyecekseniz, çocuk almayın sergilere. Bu bir. Sergiye çocuk alıyorsanız, uygun bir dille, insanı tedirgin etmeden uyarın. Mesela bize girerken "perdeler çok hassas, bir kaç kere yırtıldığı için değiştirmek zorunda kaldık, lütfen çocuklar dokunmasın" gibi "insanca" uyarıda bulunursanız, biz de önceden çocuğumuzla ona göre konuşuruz. Bu iki.

Üçüncüsü, çocuk psikolojisinden hiç haberiniz yok, biliyorum. Ama çocuklar merak eder. Bir şey yasaksa, o sınırı zorlar. Bu durumda, eğer bir sergi çocuklara açıksa, bu göz önünde bulundurulup önlem alınır. Çocuklara özel saatler düzenlenebilir, onun dışında çocuk kabul edilmeyeceği bildirilir. Daha pek çok şey benim "müzecilik eğitimi almamış" aklıma geliyor; ama sizin nedense aklınıza gelmiyor. 

Beni "Avrupa'daki müzelerde eserlere dokunan çocuk gördünüz mü?" argümanıyla alt edeceğini sanan görevlinize yanıt olarak, Louvre Müzesini bu yaz oğlumla son derece sorunsuz gezdiğimizi anlattım zaten. Okumaya zahmet ederseniz, Avrupa'nın "minik" şehirlerinden olan Poitiers'deki "çocuk dostu müzecilik" uygulamasını da BURADAN öğrenebilirsiniz!

Son olarak da söylemek isterim ki, sürekli uyarıldığı için sergiyi izleyemeyen oğlum, ufacık gazete küpüründeki Van Gogh resmini tanıyor. Sergideki resimlere "aaa Yıldızlı Geceleeer", "aaa Camille'in babasının resmiiii", "aaaa Ayçiçekleriiii" diye coşkuyla yaklaşabiliyorken, o uyarılarda bulunan kaç güvenlik görevlisinin Van Gogh tablolarının isimlerini bu şekilde bilebildiğini de merak ediyorum! 

Biraz daha sanat sevsin, o havayı solusun diye çocuğumuzu sergiye götürüp neye uğradığını şaşırarak dışarı çıkartmak zorunda kaldığımız için sizi kınıyorum. Tabii, ne gerek var ülkemizde küçücük çocuğu sanatsever yapmaya, değil mi? Büyüyünce, ne olduğunu bilmeden, elini çenesine koyarak "hmmmm, enteresaaan" der ve birden entel oluverir nasılsa!

Bundan sonra değil reprodüksiyon eser, böyle ilginç sergiler, ressamın kendisi gelse CerModern'e bu yaklaşımını değiştirmeden adımımızı atmayacağız. Çocuğu olan tüm arkadaşlarımı da uyaracağım. Açıldığında bize çok heyecan veren bu yerin de son derece "ezbere" yöntemlerle idare ediliyor olması çok çok acı! Umarım insanların tepkileri duyulur ve dikkate alınır... 

Başarabilirseniz, çocuklarınızla sanat dolu günler diliyorum!

Minik Adam Ankara Kitap Fuarı'nda


Kitaplarını oyuncakları kadar seven, hiçbir akşam kitap okumadan uyumayan, dedesinin her hafta aldığı her kitabı aynı coşkuyla karşılayan bir yavru olarak Çınar'ı kitap fuarına götürmesek olmazdı. Bitmeden bir gün önce de olsa, Ankara Kitap Fuarı'na gittik biz de dün akşam. 

Ankara Kitap Fuarı, ATO Congresium'da gerçekleştiriliyor. Bu kadar büyük ve profesyonel görünen bir kongre merkezi için -bize kalırsa- oldukça dağınık bir organizasyon yapmışlar. Kapıda görevliler var, fakat yayınevi standlarının yerleşimlerini gösteren broşür vs. veren yok. Yerleşim biraz dağınık; bazı alanlar çok sıkışık, bazı alanlarda iki stand arası epey yürümek gerekiyor. Standlar tek tip değil -bazı masalar çok yüksek, bazıları alçak. Hatta çok yüksek standlardan biri Tudem Yayınları'na aitti ve Çınar "çocuk" kitaplarını görebilsin diye kucağıma almak zorunda kaldım. Yalnızca bir tane çocuk yayınevi standında çocukların oturup kitapları incelemesi için masa ve sandalye vardı. Tabii ki Çınar hemen durumu değerlendirip kapıdan girer girmez fuardan keyif almaya başladı.


Neyse ki, çocuk yayınevi standları ya da çocuk kitabı da satan yayınevleri az sayıda değildi de, bizim minik adam epeyce kitap inceleyebildi -pek çoğunu da satın aldık tabii ki! Bir çok standda (Arkadaş Kitabevi, Yapı Kredi Yayınları gibi) özel indirimler de vardı. Çınar aldığı kitapların çoğunu kendisi bakarak ve hatta okuy/tarak seçti. Masa olsa da, olmasa da!


Arkadaş Kitabevi

TUBİTAK Yayınları -Merak ettiklerini okuttu da tabii...

TUBİTAK Yayınları standda bir de dinozor kazısı etkinliği düzenlemişti. Kil içine yerleştirilen dinozor kemiklerini bulmak için çocuklar kazı yaptılar. İsteyen o kazı kutularından satın aldı. Keyifli ve fuar boyunca süren bir aktiviteydi ve görevlinin çocukları sorularla düşünmeye teşvik etmesi de hoştu.

TUBİTAK Yayınları -dinozor kazısı

Ben "acaba sıkılıp bunalır mı, standlar arası gezmekten yorulur mu" diye düşünürken kitaplara baka baka 1,5 saati keyifle devirdi bizim minik adam! En çok sevindiği Yapı Kredi Yayınları standı oldu; dedesi ona buradan yeni çıkan her kitabı aldığı için, epey tanıdık "arkadaşı" vardı çünkü :)

Ms. Elif'in onlara hep okuduğu kitabı bulunca, yürüyerek bakmak istedi!

Yapı Kredi Yayınları

Bütün çocuk kitapları standlarını gezdikten sonra elimiz kolumuz dolu olarak eve döndük. Ve tabii, akşam da bool bol kitap okuduk...

Timaş Yayınları: Sevimli Kiki, Penguen Karcan, Bıcırık Todi (bunu Miss Elif'e almış :) )
1001 Çiçek Yayınları (Arkadaş Kitabevi -%30 İndirimli): Hiç Hata Yapmayan Kız (bunu ben seçtim), Dinozorlara Soralım
Pearson Yayınları: Ama Bu Okulda Uzaylılar Var, Benim! Hayır, Benim! (bu Bahar'a)
TUBİTAK Yayınları: Annem Beni Hala Eskisi Gibi Seviyor Mu?, Yavru Köpek
Yapı Kredi Yayınları: Mumuk Harfleri Öğreniyor
Yeşil Elma Yayınları: Yeşil Kuyruklu Fare


Bugün fuarın son günü. Organizasyon çok çok iyi olmasa da, pek çok çocuk yayınevini bir arada görmek, indirimlerden yararlanmak ve çocukları farklı bir etkinliğe götürmek adına gitmeye kesinlikle değer. 

Mutlu pazarlar!

2 Aralık 2012 Pazar

Ankara'da Sonbahar

Hep derler ya, Ankara'nın en güzel mevsimi sonbahardır, diye. Bu sene hak verdim. Bilmiyorum neden daha önceki senelerde bu kadar hissetmediğimi... belki bu sene yağmur da az yağınca, her haftasonu kendimizi parklara atabildiğimiz içindir. Belki Kuğulu Park'ın tadilatta olmasından dolayı Seğmenler Parkı'nı -yeniden- keşfettiğimizdendir. 

Bilmiyorum. 

Bildiğim şey, sonbaharın bütün renklerini yapraklarında taşıyan ağaçları, kuruyup da yerlere dökülmüş yaprakları ezerek yürümeyi, Çınar'ın her yeri kaplayan yaprak yığınlarının arasında oynamasını izlemeyi seviyorum!

Bu yazıda havalı sonbahar fotoğrafları yok ne yazık ki, hep oyun oynama amaçlı gidip de her seferinde gittiğimizde gördüklerimize şaşırıyoruz çünkü. Çınar'ın sonbahardan aldığı keyfi yansıtan fotoğraflar var yalnızca... Bir dahaki haftaya da kar yağacakmış diyorlar; darısı bir sonraki sonbaharın başına!

Sonbaharın güzelliği... sararmış yapraklar!

Akşamüstü ışıkları...

Biz :)

Ağaca tırmanan kedi!

ve aynı ağacın dibinde keşfettiğimiz doğanın mucizesi!

sararmış yapraklar üzerinde yürümenin keyfi...

...ve yuvarlanmanın!

Doyasıya keyfini çıkarmak sonbaharın.

Bu da size bilmece bulmaca: Çınar yapraklarının arasındaki Çınar'ı bulunuz :)

Bu arada, kış mevsimini de seviyoruz ailecek. Heyecanla kar yağsın diye bekliyoruz. Hatta, yılbaşına hazırlanmaya başladık Aralık ayıyla birlikte. Minik eller yılbaşı ağacını süsledi, evimize daha bir neşe geldi...


Sonbahardan kalan son günler ve Aralık ayınız musmutlu geçsin! Sevgiler...

27 Kasım 2012 Salı

Meyve ve Sebzeleri Güvenle Tüketmenin Yolu!

Google Reader'da bloglar arasında gezinirken, sevgili Benden Bizden'in bu çok yararlı yazısına rastladım. İzniyle paylaşıyorum ve çok teşekkür ediyorum...

Kabuğuyla meyve-sebze tüketmek daha sağlıklı iken, kullanılan tarım ilaçları nedeniyle günümüzde bundan korkar olduk. Benden Bizden çok kolay, her evde bulunan malzemelerle bu zehirlerden nasıl kurtulacağımızın formulünü vermiş:

Bir bardak su
Bir bardak sirke
½ limon suyu
Bir tatlı kaşığı kabartma tozu


Bu karışımı ister spreyli bir şişeye koyup kabuklu meyvelerinizin -yıkandıktan sonra- üzerlerine sıkıp 5 dakika bekleterek afiyetle yiyin; isterseniz de marulunuzu, üzümünüzü bu karışımın içinde 5 dakika bekletip ondan sonra tüketin. İki yöntemle de, meyvelerin kabuğundaki zararlı maddelerden arındırmış olacaksınız.

Afiyet olsun!!!

23 Kasım 2012 Cuma

Büyüyünce Picasso Olacak!

Çınar bu yaşına kadar öyle çok "bana kağıt-boya kalemi verin, saatlerce oyalanayım" tadında çocuk olmadı. Annesi olarak defterler dolusu resim çizen, her türlü renkli kaleme aşkla bağlı bir insan olmama karşın, babasına çekmiş olduğu gerçeğini kabul edip çok da üstelemedim. Yalnızca, masasının üstünden resim defterini, boya kalemlerini eksit etmedim -umut fakirin ekmeği! Son iki aya kadar da, okuldan gelen aktivite doyasının içinde ufak bir kare kağıda paralel çizilmiş iki çizgi dışında bolca kağıt kesme çalışması oluyordu hep. Arada da, pastel boyalarla daha yoğun enine çizgiler çizdiği çalışmalarına coşku gösteriyorduk, o kadar.

Fakat son iki aydır, surata benzeyen resimler çıkıyor dosyasından. Hep "Kuzey'le yaptık" dediği için, yuvarlak kısmını Çınar çizmiş, göz-ağız gibi kısımları da Kuzey tamamlamış sanıyordum. Fakat bir yandan da, oldukça düzgün kalem tutmaya, kendi ismini yazmaya çalışmaya (henüz Da Vinci şifresi tadında ama), bazı rakamları yazmayı becermeye başlamasından ve arkadaşları geldiğinde tutkuyla kağıda bir şeyler çizmeye çalışmasından da, o resimleri kendisinin yaptığından şüphelenmiyor değildim. 

Da Vinci şifresi!

Geçen gece boş bir kağıt istedi, eline de tükenmez kalemi alıp "masasını almaya imkanımız olmadı, garibim böyle çalışıyor işte" dedirtecek tadda başladı bir şeyler yapmaya. Yaparken yaparken bir de ne göreyim... bayağı bayağı surat çizmiş, gözler, burun "delikleri", ağız... Tabii, her "çizdiği ilk yuvarlakla çocuğunun ressam olduğunu sanan" anne gibi, ben de aldım elime fotoğraf makinesini, çektim de çektim. Meğer çizdiği, Yürüyen Çınar kitabındaki "ağaç Çınar"mış. Bana kalırsa, benzedi de! 


Hani çok da coşku göstermeyeyim, dedim, ama yapamadım! Hemen duvara astık, kendisi de pek memnun oldu. 

Tavşan!

Dün yine bir resim yaptı, bu sefer de babasını "yürüyen Çınar'ın arkadaşı, orman başkanı Meşe" olarak çizdi. Onun fotoğrafını çekmedim; ama yürüyen Çınar tablosunun yanındaki yerini aldı çoktan! 

Hani ileride yavru ünlü bir ressam olur, bir Picasso olur; sonra annesi yeteneğini küçükken keşfedememiş demesinler diye bloga da yazayım dedim. Hem Picasso da torunlarına ne demiş?

Sizin gibi resim yapabilmek için 30 yılımı verdim!

Renkli, bol resimli, sanatlı günler dilerim :)

-----------------
NOT: Bir süredir, aslında blogda da paylaşmak amacıyl,a Instagram'da Çınar'ın her gece yatmadan okuduğu kitapları yayınlıyorum. Fakat, başka lüzumsuz işlerimden sıra yazmaya gelemedi. Takip etmek isterseniz, BURADAYIZ!

12 Kasım 2012 Pazartesi

Çınarosaurus

Çınar kendini bir süredir dinozor zannediyor. Prehistoryadan kalan bu yaratıklara çok fena sarmış durumda. Her aşk gibi bu da geçer diyor ve bekliyoruz. Ve fakat, geçen gün Mrs. Hilal'le aralarında geçen konuşmadan anladığımız kadarıyla, kendimizi de kandırıyor olabiliriz...

Zira, Mrs. Hilal, sınıfta sürekli kükrememesi için Çınar'a "sınıfta Çınar Çelik'sin, bahçede dinozor taklidi yapan Çınar Çelik olabilirsin" türünden telkinlerde bulunuyormuş. Bir gün yine böyle bir konuşmanın üstüne, sanırım bahçedelerken, "bak Çınar, işte burada dinozor taklidi yapan Çınar Çelik'sin" demiş. Çınar da Mrs. Hilal'e "tamam" dedikten sonra arkasını dönünce, yanındaki arkadaşına:

Ben aslında sınıfta Çınar Çelik taklidi yapan dinozorum...

deyivermiş!

Biz ev halkı olarak vazgeçtik artık kendisiyle laf yarışına girmekten; okuldakiler daha idealist yaklaşıyorlar tabii. Tüm öğretmenlerine hayırlı başarılar diliyoruz :)

Roaaaarrrrr!!!!!!!

NOT: 
Kostümü, bu diyolağu hiç bilmiyorken, bugünkü kostümlü parti için aldık. 
Dün üstünden çıkarmadı, sanırım bir süre ikinci derisi olacak...




NOT2: 
Kostümü www.partipazar.com sitesinden aldık. Salı akşamı sipariş verip perşembe elimde olmasını rica ettim. 
Hiç yıpratmadan zamanında gönderdiler. 
Çocuğumun mutluluğundaki payları için teşekkür ediyorum.



11 Kasım 2012 Pazar

Olmasaydın, Olmazdık!


Çok çok sevdiğim Antaşyalı canım arkadaşlarım Pınar ve Yasemin, ve onların baldan tatlı oğulları Efe ve Gazihan ile bugün Ata'mızı andık; kendisine bir kez daha teşekkür ettik...

Çınar'a "öldü/ölmek" kavramlarını anlatamıyorum. Kendime bile tam açıklayamadığım bir şeyi, çocuğuma anlatmakta zorlanıyorum. Bu yüzden "Atatürk böyle güzel bir ülke var etmek için çok çalışmış, çok yorulmuş, bu yüzden de dinlenmek için çoook uzun bir uykuya dalmış" diyebiliyorum. Sürekli ne zaman uyanacağını, onu ne zaman görebileceğini soruyor dolayısıyla. Aslında bu ülkede severek, özgürce yapabildiğimiz her şeyi yaşadıkça, Ata'yı gördüğünü bilmiyor.


6 Kasım 2012 Salı

Elimizde Patlayan Yöntemler Serisi #1

Çocuk yetiştirirken kontrolü elde tutma ve krizleri önleme adına türlü kitapta türlü yöntemler geçer. Bu yöntemlerin hemen hepsi Amerika'dan ithaldir; çünkü kitaplar çeviridir. Çeviri olmasa bile, genelde kitap yazan pedagoglarımız da Amerika menşeili makalelere atıfta bulunduklarından durum çok değişmez. 

Bu yöntemleri uygulayıp da başarılı olan ebeveyn sayısı eminim çoktur; fakat bizim ailenin Türk genleri çok baskın ki devşirme yöntemler hep benim elimde patlıyor. Bu yazılara keşke daha önce başlasaydım, ortaya çok daha fazla yazı içeren bir seri çıkardı. Aklım başıma yeni geliyor. Bundan sonra, yaşadıkça yazıp buraya kaydedeceğim. Amacım eleştirmek değil, güldürmek. Hatta belki içlerinden bazılarını deneyen ve yararlanan olur, kim bilir...

Yöntem#1: Hareketinin sonuçlarını görmesini sağlayın

(Çınar azıttığı için kafasını duvara "çotank" diye çarpar ve ağlar. Bir süre geçip ağlaması durduktan sonra..)

Başak: Çınar'cım, ne yapmasaydın canın yanmazdı?
Çınar: Orada duvar olmasaydıııı!!!!!!!

Aslında yöntem güzel; ama çocuğu hazırcevap olmayan ebeveynlere öneriyorum! Esenkalın!

1 Kasım 2012 Perşembe

Nasıl Kriz Çıkarsam?

Çınar: Bizim arabamızda A var mı? (plakayı soruyor)
Başak: Var canım.
Ç: B var mı?
B: Var canım... Ahmet'in A'sı var, Başak'ın da B'si var.
Ç: Çınar'ın Ç'si yok mu?
B: (hah, aferin, herşeyin doğrusunu söyle Başak, bittik şu anda...) eee, şey, yok Çınar'cım...
Ç: Niye yok???
B: Eee, bu arabayı aldığımızda sen daha doğmamıştın, o yüzden biz de bilemedik, öyle oldu... (fırtına yaklaşıyor...)
Ç: (dudaklar düşer, titreyen bir sesle) anneyle baba beni seeeeevmiyoooo... böööğüüüüüüü (ağlama efekti)!!!!
B: (iç ses: nerden merak saldı bu harflere bilmem ki!!!) dış ses: Tamam Çınar'cım, Ç de yaparız arabanın plakasına...


Zeynep'in bugünkü yazısını okuyunca ben de bunu buraya yazayım, hem bu aralar halet-i ruhiyemizi özetlemiş olayım hem de blog bir silkelensin kendine gelsin dedim... 

Krizsiz günler diler, "terrible two, horrible three, f.cking four"dan başka "five" ile ilgili bir şey biliyorsanız hemen yorum kısmına yazmanızı rica ederim. Hayır, bir sene sonrası için boşuna ümitlenmeyelim :)

15 Ekim 2012 Pazartesi

Sıçrama!

Aslında buraya "yavrumun boyu şu kadar oldu, kilosu bu kadar oldu" tarzı yazılar yazmayı sevmiyorum ve sanırım şimdiye kadar yaptığım bir şey de değil bu; ama, bu seferkini başka bir durumla bağlantılı olduğu için gerekli bulduğumdan not etmek istedim... 

Malumunuz, bizim minik adam Ağustos başında hem geniz etinden hem de "badem"lerinden kurtuldu. Doktoru da dahil pek çok kişi "bakın şimdi iştahı nasıl açılacak, boyu nasıl uzayacak, kilosu nasıl artacak" diye bizi mest etmişti. Hoş, ameliyattan sonra iştahında abartılı bir artış gözlemlemedim; ama zaten Çınar normal seviyelerde yemek yiyen -daha doğrusu yedirilen- bir çocuk oldu hep. Ameliyattan sonra nispeten daha iyi yemeye başladı, ama dediğim gibi, abartılı bir durum yoktu ortada. Bu ay yalnız, tshirtlerinin göbeklerinin hafif kastığını, pantolon paçalarını artık kıvırmamıza gerek olmadığını fark edip mutlu olmaya başlamıştım.

Bugün de 4 yaş rutin doktor kontrolüne gittik. Ve son 6 ay içinde yaşadığı gelişmeye -bana kalırsa son 2,5 ay aslında- doktoru inanamadı. Boyu son 6 ayda 6 cm uzamış ve 2,5 kg almış! 2 yıldır tutturduğu büyüme eğrilerinin de bir üstüne geçmiş. Çınar gibi "yavaş büyüyen" bir çocuk için mucize olduğu gibi, normal çocuk büyüme hızından da iyi buldu doktorumuz (maşallah, diyoruz; bilimum p.o.po kaşıma, dil ısırma, tahtaya vurma ritüellerini yerine getiriyoruz lütfen!). 

Bu yazıyı tabii ki "aman da çocuğum ne şahane büyüyor" demek için yazmadım! Dikkat çekmek istediğim nokta başka... Yeniden ve yeniden şu geniz etini ve bademcikleri aldırmış olduğumuz için şükrettim! Karşımıza böyle iyi bir KBB uzmanı çıkarmış olduğu için Itır'a içimden -ve buradan- bir kez daha teşekkür ettim! Yazdığım gibi, Çınar'ın iştahı "abartılı düzeyde" açılmadı ameliyatından sonra; ama demek ki çocukcağızın yedikleri gerçekten bir işe yarayabildi sonunda. Uykusunu deliksiz uyuyup gıdasını layığıyla yakabilince, büyümesi gerektiği gibi büyümeye başladı sonunda! Çok şükür!

Uzun sözün özü, eğer geniz eti/bademcik gibi bir sorunu varsa yavrunuzun, çözün! Çok basit, sıradan, sorunsuz bir ameliyat geçiriyor. Hastanede bile yatmıyor. Ama sonrasında çocukcağız kendine geliyor... yaşam kalitesi yükseliyor! Tecrübeyle sabittir; aklınızda bulunsun :)

9 Ekim 2012 Salı

Duyuru: Binbir Çiçek'te MONED Kermesi!!!

Duyduk duymadık demeyin, 
bu Pazar bizim kreşe gelin!!!!

Adres:
Binbir Çiçek Çocuklar Evi
Reşit Galip Caddesi, Fıskiye Sokak No:16 
Gaziosmanpaşa, Çankaya, Ankara


Hayalimize destek olmak isteyen herkesi bekliyoruz! 
Görüşmek üzere...

4 Ekim 2012 Perşembe

Duyuru: 2 Yaş Sendromu Semineri


“Benim küçük bebeğim bir çocuğa dönüşüyor ve ben nasıl davranmam gerektiğini bilemiyorum” mu diyorsunuz?

Eyvah çocuğum 2 yaşında diyor ve kaygı dolu bir şaşkınlık mı yaşıyorsunuz? 

2 yaş civarında başlayıp devam eden davranış değişiklikleri ile nasıl başa çıkacağınızı bilemiyor musunuz? … “Çocuğum artık 2 yaşında değil ama değişen birşey yok, krizler devam ediyor” mu diyorsunuz? 
     
Uçlar arasında gidip gelmek, bir çocuğun gözünden bu tartışmaya kulak vermek, empati yeteneği güçlü bir ebeveyne dönüşmek, gerçek vak’a örneklerini dinleyip fikir üretmek için Uzman Psikolog Iraz Toros Suman’ın konuşmacı olduğu Aile İçi İletişim Seminerleri’ ne, 2 yaş sendromu seminerine bekliyoruz.

Tarih:14 Ekim 2012, Pazar,   12:00- 14:00
Yer: Binbir Çiçek Çocuklar Evi/ Montessori Önokul
(Reşitgalip Caddesi Fıskiye Sokak No:16, G.O.P. Çankaya/ANKARA )
Ücret:30 TL.
*Katılım kontenjanla sınırlıdır.
*Katılmak isteyenler 10  Ekim Çarşamba gününe kadar kayıt yaptırabilirler.
                                       
Kayıt için(Burcu Hanım): 448 18 18

29 Eylül 2012 Cumartesi

Rezil Olduk Reziiil!!!

Çınar'ın defterinden öğretmeninin yazdığı bir not:

"Çınar'la bugün sağlıklı ve sağlıksız yiyeceklerin eşleştirme çalışmasını yaptık. Eşleştirme bittikten sonra hangilerini yediğini ve hangilerini yemediğini söyledi. Cips ve kolaya geldiğinde 'Bunları annemle babam çok yiyor. Onlara sağlıklı olmadığını söylüyorum, ama beni dinlemiyorlar. Galiba ben de yetişkin olunca cips ve kola yiycem. Büyükler hep böyle zaten' dedi."

Yani, "annemle babam uyuşturucu kaçakçısı" deseydi daha fazla mahcup olur muyduk, emin değilim. Ya vallahi de billahi de çocuğun gözü önünde cips yemiyoruz. Evet, itiraf ediyorum, kola içiyoruz. Ama bir kere denedi ve sevmedi. Zaten talep etmiyor, diye; biz de abartmışız sanırım. Cipsin de poşetini gördü bir kaç kere... offf...

Çocuktan al haberi derler ya, şimdi ben ne dersem diyeyim... rezil olduk bir kere :)

Karar verdik ama, bundan sonra onun yemediği şeyler girmeyecek eve. Söz! Anne-baba sözü!

Yoksa utanmaya doymayacağız gibi görünüyor...

28 Eylül 2012 Cuma

4 YAŞIM BEN!

Anneee, 4 yaş olduğum, büyüdüğüm için servise biniyorum, di miiii? Çünkü 4 yaşlar servise biner, bebekler bi-nee-mez!

Anneee, bebek deme bana! 4 yaşım ben, bebek diilim!

Anneee, bu 4 yaşa göre bir davranış mı? Hoş bi'davranış oldu mu bu?

Ben bu yaşım, 4 yaşım. Kuzey benden bi'yaş büyük. Balina da 4 yaşmış, ama o Kuzey'den bile büyük. Ben de Kuzey yaşında, 5 yaş olunca balinadan büyük mü olcam?

Anneee, bak boynum (*boyum) buraya kadar yetişiyor. 4 yaşların yetişir ki zaten!

Bak ben bu yaşım işte (bir ilandaki telefon numarasındaki rakamları okuyor), Kuzey de bu yaş...

Çınar: Ben bu yaşım (eliyle 4 yapıyor). Sen kaç yaşsın anne?
Başak: Otuz üç Çınar'cım.
Çınar: (eliyle 33'ü yapmaya çalışır; çabalar, 3 yapar olmaz... neden sonra...) O nasıl oluyor???

Ben 4 yaşım, sonra 5 yaş olcam, sonra 6 yaş olcam, sonra 7 yaş olcam, sonra 8 yaş olcam, sonra 10 olcam, 20 olcam, 30 olcam, baba olcaaaam!!!!! Benim de yavrularım olcaaaak!!!!

-------------

Olsun annecim! 5 ol, 6 ol, 7 ol, 8 ol, 10 ol, 20 ol, 30 ol... baba ol, yavruların olsun! Hepsi, bu senelerin tüm günleri mutlulukla, sağlıkla, neşeyle, kahkahalarla geçsin. Yanında hep seni seven, senin sevdiğin, seni dinleyen, seni anlayan insanlar olsun. Ben de, baban da, anneannen, babaannen, dedelerin, halaların, dayın, teyzelerin, amcaların, yengelerin, eniştelerin, kuzenlerin de, seni şu an deli gibi seven, üzerine titreyen herkes de yanında olsun, o günleri görsün umarım!

Hayatımızın neşesi, en güneşli günü,

İYİ Kİ DOĞDUN!!!!

Poitiers, Ağustos 2012

NOT: "Seni Seviyorum" diye bitirmiyorum bu yazıyı; bu o kadar yetersiz ki... Umarım o planların gerçekleşir de baba olursan bir gün, sen de anlarsın ne demek istediğimi...

17 Eylül 2012 Pazartesi

Çelikler'in Fransa Seyahati -8 Gün, Tekmili Birden!


Bizim minik adamın ilk yurtdışı macerasıydı bu! Özellikle Benden ve Bizden'i okurken miniklerle yurtdışına çıkma fikri çok hoşuma gidiyor, bir o kadar da korkutuyordu beni... 

Hayır, hiç de korktuğum gibi olmadı! Tabii bunda, artık benim "minik" dediğim adamın, 4 yaşını doldurmak üzere olmasının payı da var şüphesiz. 

Dolayısıyla, öncelikle oğlumdan bahsetmek istiyorum. Yavrucağım taşıma araçlarında pek sorun çıkarmadı, sıkılıp cozuttuğu anda Iphone ve kaydettiğimiz videolar imdadımıza yetişti. Teknoloji her derde deva. Uçakta, trende, arabada kah uyudu, kah sohbet etti, kah video izledi. Yürütmekten canını çıkarttığımız halde minimum arıza yaparak takdirimizi topladı! Kendisine teşekkür ediyoruz :)) 

Ayrıca, bir daha bu çocuğun yemesinden şikayet edersem vurun beni! Adamın aradığı lezzet Fransız yemekleriymiş de haberimiz yokmuş... Hiç sorunsuz her gittiğimiz restoranda yiyecek bir şey buldu, gayet de güzel yedi. Maşallah maşallah diye diye bir hal olduk! Bugünlere şükür...

Biz 5 gün Poitiers'de, 2,5 gün de Paris'te kaldık. Halamız Serapcicimler bizi çok güzel ağırladılar. E tabii, Serapcicim'in baldan tatlı kızı, Çınar'dan 1,5 yaş küçük Bahar'ımız da bizim yavruya arkadaşlık edince, keyfimiz ailecek yerinde gezdik tozduk. 

Uçaktan indiğimizde bizi Paris'ten aldılar. Yol üstünde Amboise diye bir şehre gittik eve gitmeden. Kaleleri meşhur. Ama biz gittiğimizde kapanmış olduğu için, başka bir gün gelmek üzere nehir kenarında gezindik biraz, dondurma yedik.

Ertesi gün Civaux'daki Timsah Parkına gittik -La Planet des Crocodiles. Olay aslında ilginç, park nükleer santralin dibinde! Santralin soğutma suyu kullanılarak ısıtılıyor. Yani aslında mantık tamamen bizim Mamak Çöplüğü'ndekiyle aynı. Parkı ziyarete gelenlere aslında nükleer santralin çok da korkunç bir şey olmadığını (!) göstermeyi hedeflemişler. Tabii bir yandan da parkın içindeki 200 çeşit bitkiyle karbon ayak izlerini silmeye de çalışıyorlar. Süper ekolojik (!) anlayacağınız. Tabii Çınar işin ekolojisinden çok, vahşi hayat kısmıyla ilgilendi. Her türden 100'den fazla timsah gördük, ama park da muazzamdı! Fransızlar bu peyzaj ve düzenleme işinde aşmışlar. Parktan sonra evde akşam yemeği yedik, Seraplar'ın önerisiyle Çın'ı onlara bırakıp Aamedim'le Poitiers'deki Futuroscope diye bir aksiyon parkına gittik. Bütün Fransa'dan burayı görmeye geliyorlarmış -ki ününü hak ediyor!




Futuroscope acayip bir yer. 19 tane kompleks var. Her birinde 3D, 5D sinemalar, yok efendim robotlarla dans diye böyle seni alıp alıp uçuran aktiviteler, oyunlar, komplekslerin dışında kafeler, muhteşem parklar, parkların içinde tekrar aktiviteler falan... aslında 1 günde ancak gezilir. Biz 5 saate sıkıştırdık. 4 tane komplekse girdik. İkisi 3D gösterimdi (10-15 dakikalık; bir tanesi Voyageurs du Ciel et de la Mer idi ), bir tanesi 5D mi diyorlar 6D mi bir çizgi filmdi: Arthur and the Minimoys. İsme tıklayıp videoyu muhakkak izleyin! Uzay aracıyla birilerinden kaçıyorsun. Ben bir ara gözümü kapamışım, öyle içindeydik yani. Sonuncusu da Robotlarla Dans attraksiyonuydu -Danser avec les Robots (video için isme tıklayın lütfen). Bir platforma oturuyorsun, seni kilitliyorlar, sonra o platform sağa-sola dönüyor, seni eviriyor çeviriyor, arkadan çok eğlenceli bir müzik çalıyor. Deli eğlendik! Park'ın bu sene 25. yaşını kutluyor olması nedeniyle gece de saat 10'da havuz üstünde lazer gösterisi vardı. Muazzam bir şeydi. Lazerle 3D hikaye anlattılar, 30 dk sürdü ama bayıldık! 



Sonraki gün sabahtan alışveriş işlerini hallettik. Öğleden sonra da Poitiers'yi gezdik. Çok güzel bir katedrale gittik -Cathédrale Saint Pierre, Belediye Sarayı'nın olduğu meydanda çocuklar atlıkarıncaya bindiler, sonra da Blossac Parkına gittik. Nasıl güzel... Çok ama çok büyük bir park, her yer bakımlı, 4-5 tane çocuk bahçesi, içinde hayvanlar... Yavrular keçileri beslediler bol bol, ben de kendimden geçerek fotoğraf çektim. Bu peyzaj-yeşillendirme konusundaki uzmanlıkları takdire şayan. Keşke, keşke Türkiye'de yaşadığımız kentlerde bir tane bile olsa böyle büyük park bulunsa. Çocukların özgürce koşturabileceği, ruhlarına hitap eden yerler olsa... Neden olmuyor, niye ne inşa etmeyi ne de sürdürmeyi başarabiliyoruz, bilmiyorum...



Salı günü okyanusa gittik :) Poitiers'ye 2 saat uzaklıkta La Rochelle diye nefis bir kent var. Ona da köprüyle bağlı, okyanus üstünde Rê Adası. Adaya gittik önce, okyanusta yüzdük. Çok güzel bir kumsalı var, su soğuk değil (çok ilginç). Dalgalı; ama yüzülmeyecek gibi de değil. Ki Çınar kollukla kendi başında gayet güzel yüzdü, eğlendi. Hatta bir ara bir dalga tarafından yutulmuş olsa da yüzmeye devam etti! Sahil tamamen kum ve deniz sürekli çekiliyor. Ama hiç deniz kabuğu yoktu (çok ilginç!). Bir de, o kadar güzel plaj var, bir tane duş, giyinmek için bir tane kabin yok... İşin doğrusu, bu kısmını pek sevmedik;  pet şişelerle havlu arkasına saklanarak duş aldık, evde hala her yerimizden yosun çıkıyordu! Ama değişik bir deneyimdi, Çınar "balinalar artık beni aralarına kabul ettiler di mi anneeee?" diye diye bir hal oldu :) Aslında pek tabii ki beklentisi bir balina, bir köpekbalığı görebilmekti. Çok zor oldu ona bu tür canlıların çok derinlerde yaşadığını anlatabilmek. Yine de, bu hayran olduğu canlılarla aynı mekanı paylaşmış olmak da hoşuna gitti! Öğleden sonra da La Rochelle'i gezdik, limanında yemek yedik, yine Belediye Meydanı'nda dolandık, çocukları parka götürdük... Çok güzel ve şık bir kent La Rochelle. Gezecek daha uzun zamanımız ve daha çok enerjimiz olsun isterdim. Bir dahaki sefere (di mi halacığımız? :))





Çarşamba günü ilk gün gittiğimizde gezemediğimiz Amboise Kalesi'ne gittik (Chateau Royale d'Amboise). Da Vinci'nin mezarı burada, vasiyetiymiş. Şatonun kendisi de güzel de, asıl olayı bahçesi. Fransa'daki bahçeler beni bitirdi zaten. Çocuklar pek keyiflendiler. Yemek ve dondurma yedik bahçede, koşturdular durdular. Muhtemelen bizi Fransa'da en çok oksijen çarptı! 


Bu fotoğrafı/halimizi sevdim en çok Fransa'da... Tarihi-turistik bir yerin bahçesinde rahatça dinlenebilmek,  yemek yemek, daha sonrasında çocukların özgürce koşturması...


O şatodan sonra, daha küçük bir şatoya gittik -Le Clos Lucé. Aslında Da Vinci burada geçirmiş ömrünün son günlerini ve burada ölmüş. Şatonun kendisi de güzel de, bir parkın içine inşa edilmiş. Park yürü yürü bitmiyor. Her yerde, Da Vinci'nin makinelerinin maketleri var, ama bire bir boyutlarda ve içine girip kullanabiliyorsunuz. Mesela tasarladığı teknelerle park içindeki nehirde gezinti yapabiliyorsunuz (biz yapamadık çocuklae nedeniyle), ya da tankı veya paraşütü kullanabiliyorsunuz. Muhteşem kısacası! Çok akıllıca ve de! Her yer kalabalık olmasına rağmen müthiş bakımlı ve düzenli. Ona da hayret ede ede gezdik Fransa'da! Her yer kalabalık, ama bakımlı. Ahmet'i yorumu, Fransızların yapmayı en iyi bildiği şeyin "insanları sıraya sokmak" olduğu!




Ertesi gün sabah halamıza, eniştemize ve çok sevgili Bahar'ımıza veda edip hızlı trenle Paris'e geçtik. Yolda gezi planımızı yaptık. O gün hemen Disneyland'a gidip aradan çıkaralım, dedik. İyi de etmişiz. Saat 1'de Disneyland'a girdik. Studyo kısmı 7'de, Park kısmı 11'de kapandığı için Walt Disney Stüdyo'dan başladık. Zaten Radyatör Kasabası orada olduğu için oradan başlamak allahın emriydi :) İtiraf ediyorum: Disneyland’ın olayını ben tam bilmiyordum... meğer dev bir tema-lunaparkmış. Pek çok oyuncakta 120 cm boy sınır olduğu için Çınar'a uygun bir kaç taneye binebildik biz. Ama zaten her birinin önünde en az 30 dakikalık kuyruklar olduğundan çok da hevesli değildik bütün oyuncaklara binmeye. İnsanlar boşuna 2 günlük bilet alıp DisneyVillage'daki otellerde kalmıyorlarmış yani...

Çınar delirdi tabii Şimşek McQueen ve Mater'i ve tüm Radyatör Kasabası'nı bir arada görünce  -hoş, Ahmet ve ben de delirdik. O kadar çok izledik -ve o kadar çok seviyoruz ki- Arabalar filmini, akraba olduk sayılır! Kuyruğumuzu bekleyip çok eğlenceli bir araba oyuncağına bindik. Bir platformda bizi deli gibi döndürdüler, arabalar tam birbirine çarpacakken teğet geçtik... Hoş, ben "yihuuu" diye bağırdıkça Çınar "anne lütfen bağırmaaa" dedi -galiba biraz tedirgin oluyor ve kendisinden daha fazla coşku göstermemi istemiyor. Oradan çıkıp Buzz Işıkyılı'nın heykelini gördük, sonra Disney karakterlerinin geçişini izledik. Yemek yeyip Oyuncak Hikayesi Adası'nda gezindik. Çınar Rex'in maketiyle epey oynadı, Slinky'nin roller-coaster'ına bindik! 



Sonra Disneyland Park kısmına geçtik. Kapıda puset kiralanabiliyor, 9 Euro'ya Çınar'a puset kiraladık (daha fazla perişan etmemek için). Muazzam bir geçiş de Park'ta izledik. Çınar Oyuncak Hikayesi'ndeki Woody'yi, Jessie'yi, Aslan Kralı, Winnie the Pooh'u görünce çıldırdı. Hepsine tek tek isimleriyle seslenerek el salladı!  Disney şatosunu gezdik, etrafta turladık; ama o kadar yorgunduk ki Disney Kasabası'nda (Main Street) yemek yemek için oturduk epeyce bir süre. Aslında planımız gece 11'deki havai fişekli kapanışı izlemekti; ama yağmur başlayınca 22:30 gibi çıktık parktan, trenle otele döndük.



Bu arada yavrucağım "anne, evimizde yatağımız var mı, yastığımız var mı, orada uyuyabilir miyiz" şeklinde peş peşe sorular sorarak perişanlığını kendince dile getirmeye çalıştı... 3 gün boyunca (perşembe-cuma-cumartesi) hiç yatağında uykuya dalamadı! Kah trende, kah botta, kah metroda, kah pusette, kah uçakta... Haklı tabii!

Ertesi gün deli bir program yaptık: 1,5 günde Paris! Sabah 10'da otelden çıkıp Eiffel'e gittik. Hem erken bir saat olduğundan hem de hava epeyce bulutlu olduğundan sanırım pek kuyruk yoktu, 2. katına çıktık. Manzara gerçekten pek güzel, zaten gezdikçe Paris’e hayran olduk! Hiç mi modern bir bina koymazlar araya, savaş görmüş şehir bu kadar mı güzel korunur! Ben çok beğendim, çok estetik buldum. (Ama yine de, hala, Roma birinci sıradadır benim için, daha sıcak, daha cıvıl cıvıl). Bu arada, daha önce bu kuleye pek tepkili olan Çınar, çıktıkça hayran oldu. Dilinden düşürmemeye, her gördüğü "heykelciğini" istemeye başladı!


Sağdaki iki fotoğraf Zafer Takı ve Champs-Elysees'den... Çınar'ın bir çocuk olduğu ne kadar belli. Bayılıyorum onun bu haline!!

Eiffel’den indik, otelin bize hediye ettiği bot turu için bir köprüye yürüdük Seine Nehri boyunca -15 dakika kadar yol gittik ki resepsiyonistin bize yanlış yeri tarif ettiğini anladık! Bot turunu geceye bırakalım, zamanımız kalırsa yaparız deyip koştur koştur Louvre Müzesine gittik. Önce öğlen yemeğimizi yedik –çok güzel, bütün dünya mutfaklarının sıralandığı bir food court’u var. Neyse, müzeye girişte Çınar’ın çok ama çok uykusu gelmişti, Ahmet’in kucağındaydı. Görevlilerden biri “pusetiniz yoksa danışmadan alabilirsiniz” dedi. Kimlik karşılığ pusetimiz aldık. Çınar oturur oturmaz uyudu: "Who cares about Mona Lisa" yani! 45 dakika o uyudu, biz rahat rahat gezdik. Sonra da uyanınca sakin sakin durdu pusette. En çok aslan heykelleri ilgisini çekti! Fransa'ya gitmeden önce ofisteki arkadaşlara bahsettiğim "tabii gezsin bizimle müzeyi, estetik duygusu gelişsin" hayallerim yalan olmuş olsa da, heykellerle biraz toparlayabildik sanırım :)) Biz 2,5 saat gezdik Louvre’da, tabii bütün galerilere giremedik; ama gördüğümüz kadarı bile muhteşemdi. Aslında geniş zaman ve daha az yorgun bir bünyeyle çok daha verimli gezilir. Biz de görmüş olduk işte.

Louvre’dan çıkıp Notre Dame de Paris’ye gittik. Ne kilise ama! Başından sonuna gitmek 10 dakika! Motifler, süslemeler, her şeyi ayrı güzel, ben hayran hayran gezdim. Kulelerine çıkmadık –çıkmadım. Zira Ahmet dışarıda Çınar’la takılıyordu, ben tek başıma gezdim içini. Bu sene 850. Yılını kutluyormuş… bir kez daha bu eserlerin korunabilmesine ve sürdürülebilmesine hayran oldum!



Notre Dame’dan sonar civarda bir kafede kahve içtik, Çınar çikolatalı krep yedi. Şarj olunca da Champs-Elysées’ye gittik. Zafer Takı’na çok yakın bir yerde metrodan indik, Tak çok güzel gerçekten, oya gibi işlenmiş... Cadde, daha da güzel! Şık, ferah, kocaman! Aslında, eski yapıları korusalar, Bağdat Caddesi de bir Şanzelize olur ama… neyse, sinir ola ola gezdim kendimize zaten. Bir kaç mağazaya girdik, ben lüks mağaza vitrinlerine burnumu yapıştırdım :) Çınar -iki üstteki fotoğrafta görülebileceği gibi, daha çok bir turistten hediye aldığı Eiffel anahtarlığı ile kazıcılık oynadı! 

Şanzelize’den sonar yeniden Eiffel’in bulunduğu tarafa gidip bot turu için şansımızı deneyelim dedik. Işıklarını da yakmışlardı artık kulenin, nefis görünüyordu. Tesadüfen, nehir üstünde, Eiffel dibinde bir restoran bulduk: Le Bistro. Aslında rezervasyonla alıyorlar ama yer vardı, orada yemek yedik, şarap içtik -hem de Kule manzaralı. Saat 22:00 gibi de bot turuna çıktık ve iyi ki geceye bırakmışız dedik! 1 saat sürdü tur, Audio Guide ile geçtiğimiz her yeri anlattılar. Işıl ışıldı gecesi de, bayıldık! Tabii Çınar 20 dakika içinde uyuduğu için rüyasında gezdi; ama olsun. 


Gece fotoğrafları akşam yemeğimiz ve bot turumuzdan, gündüz fotoğrafları az sonra okuyacağınız Sacré-Coeur ve Montmartre'dan... Görüldüğü üzere, Çınar yine olayın tarihiyle değil, bayırdan yuvarlanma eğlencesiyle daha çok ilgili :))

Son gün uçağımız 17:20’deydi. Sabah yine 10’da çıkıp Montmartre civarına gittik, tepeye çıkıp Sacré-Coeur Bazilikasını gezdik. Muhteşem demekten dilim/elim yoruldu ama öyle! İçeride ayin de vardı, çok ilginç geldi bize, onu izledik. Çınar “anne çok korkunç bir şarkı söylüyorlar di mii?” diye yorumladı olayı. Tavanlardaki şövalye motifleri dikkatini çekti. Yine Bazilika’nın önünde kocaman bir park vardı, Çınar çimlerde yuvarlandı epeyce (bakınız üstteki fotoğraf). Montmartre civarını da dolaştıktan sonar yine güzel bir kafede (Les Oiseaux) yemeğimizi yedik. Hem yemekleri hem de güleryüzlü tatlı garson kızıyla servisi başarılı bir kafeydi. Zaten Paris bu anlamda ilgimi çekti. Tabii ki "Michelin yıldızlı" bir lokantaya gitmedik; ama, gittiğimiz her restoran/cafede fiyatlar ve kalite üç aşağı beş yukarı aynıydı: Montmartre'daki kafede de, Seinne Nehir üzerindeki Eyfel Kulesi manzaralı restoranda da. Bu anlamda hiç "burası d pahalıdır şimdi" ya da "ucuz ama yemekler nasıldır ki" endişesi taşımadık. 

Ve en nihayetinde yorgun ama dolu dolu geçirilmiş 8 günü yanımıza alarak havaalanına doğru yola koyulduk…

Tek seferde sonuna kadar okuyabildiyseniz, ilginizden ve dikkatinizden ötürü teşekkür ederim! Bu bizim ailece ilk yurtdışı seyahatimizdi ve harika geçti! Darısı isteyenlerin ve bizim için nicelerinin başına!!!

NOT: Elimde bir sürü video var, onları da ayrı bir post olarak yükleyeceğim. Bizi izlemeye devam edin :)

NOT2: Döndükten sonraki hafta ateşlendi Çınar: 6. hastalık! O kadar gezmeye, uçak yolculuğuna göre normal tabii bağışıklığın düşüp bünyenin bebek hastalıklarına açık hale gelmesi. 3 gün 39,5 derece ateş akabinde benek benek kızardı. Çok mutluyum ki, ne kulağına ne boğazına bir şey olmadı. Umarım bundan sonra otit evimize uğramaz.

16 Ağustos 2012 Perşembe

Ameliyattan İki hafta Sonra: Durum Raporu

İki hafta geçti Çınar'ın ameliyatından beri... kısa kısa, merak edenlere ve bu ameliyatı düşünenlere özet geçeyim:

Ameliyat sonrasında, çok şükür ki, kanama gibi bir sorunumuz olmadı. 3-4 gün içinde anestezinin etkisi tamamen geçti ve eski kıpırdak minik adam geri geldi.

İlk bir kaç gün uyurken hırıltısı vardı; ama kesinlikle horlama gibi değildi. Bir kaç günden sonra hırıltı da geçti, nefes alıp almadığını anlamak için dibine girip bakar olduk! Halbuki bundan önce, iki oda uzaktan dosta güven düşmana korku salan horultularını duyardık! Son zamanlarda, ağzı kapalı uyuduğunu da fark ediyoruz.

Arkadaşların tavsiyesi üzerine ilk günden itibaren odasında buhar makinesi çalıştırdık. Zırt pırt zorla da olsa su içirdik. Bu, boğazının nemli kalmasını ve çabuk iyileşmesini sağladı sanırım. Fakat, doktorun önerdiği "sakız çiğnesin, kasları kuvvetlendirir" önerisini uygulayamadık. Daha önce sakıza bayılan adam, ilaç niyetine olunca zinhar ağzına sürmedi!

Bir kaç güne kadar, yemek yerken bazen "boğazının acıdığını" söylüyordu. Bu yüzden yemeği bitirmediği oldu. İlk başlarda boğazı değil, ağzının içinde ameliyat nedeniyle oluşan yaraları acıyordu. O yaralar için Pyraldine kullandık, çok etkili bir ilaç! Ama daha sonraları sanırım boğazı da ara sıra acıdı. Ama büyük sorun yaratmadı. Son bir kaç gündür de böyle bir şikayeti kalmadı.

İlaç olarak, 1 hafta antibiyotik kullandı; 3 tam gün de günde 3 kez ağrı kesici. Daha sonra ağrı kesici gerektirecek bir durum olmadı.

İlk bir kaç gün yalnızca sıvı/krem gıdalar verdik: çorba, su, elma suyu, yoğurt,puding  ve tabii ki dondurma! Bunların yanında, Esin Teyze'mizin önerdiği "ılık çaya bisküvi bandırıp yedirmek" de hayat kurtarıcı oldu! Bir kaç gün sonra kahvaltıda krep yapmak annemin aklına geldi -aslında, teyzelerimizin aldığı "Gergedanlar Krep Yemez" kitabı sayesinde Çınar krep isteyince, tarif annemin aklına geldi, demeliyim :) Çok iyi bir tesadüf olmuş, çünkü pek çok şeyi yutmakta zorlanırken, krep tam ağzına layık oldu. Buyrun tarifi:

- 2 su bardağı süt
- yarım paket instant kuru maya
- 1 yumurta
- boza kıvamına gelinceye kadar un

Üstüne kah reçel sürdük, kah krem peynir. Böyle böyle beslenmesini düzgün tutmaya çalıştık.

İştah konusuna gelirsek, henüz bir gelişme yok. 1 aya kadar daha ameliyat etkisinde olduğunu varsaymaya karar verdim bugün; ama ne yemek yeme konusunda ne de büyümesinin birden hızlanması konusunda mucize beklemiyorum. Bizim için en önemli mucize, rahat ve sessizce uyuması...

Bu arada, uykusunu gece çok daha iyi aldığı için, uyku süresini bir miktar kısalttı. Zaten az uyuyan bir yavru olunca, bu durum benim çok da hoşuma gitmedi doğrusu :)

Son olarak, ameliyat nedeniyle ve ameliyat sonrası ultra özenli bakımın etkisiyle bir miktar cozuttu, tabir-i caizse şımardı diyebilirim. Önceki sakin günlerimizi mumla arıyoruz; ama azimliyiz... yakında fabrika ayarlarına geri döneceğini umuyoruz :)

Ben bu iki haftalık süreçte iki kez çıldırdım... Hani o "temizim" dediğim yazıya uygun davran-a-madım. Ama yalnızca iki kere ve gerçekten dayanamayacak noktaya gelmiştim (Ahmet bile hak verdiğine göre...). Ama şimdi yeniden sakin kalmaya özen gösteriyorum. Dün akşam mesela, cinnet geçirebilecekken sesimi bile yükseltmedim. Kıvırdım sanırım bu işi!

İki haftamız böyle geçti, herşey normale dönüyor gibi. Şimdi bizi bekleyen bir haftalık bir seyahat var; hepimiz pek heyecanlıyız! Sağlıkla gidip gelelim, burada bol bol okuyacaksınız :)

İyi bayramlar diliyorum şimdiden herkese!!! Sevgilerimle...